Acının Tadı Yaşamak
Acının Tadı Yaşamak
Bedri Karayağmurlar
çünkü acıması yoktur kendine hayatın
düzgün ve düz cümleler kurmaktan yorulmuş birinin
zamanıdır küçük kaçmalar ülkesinde bir soluk mavi
biz neyiz ki
uzun buz sarkıtları kırılır
sevmenin sabahları ayazsa
yırtılır gün en hassas yerinden
ve bir kadın kırmızı giyer sabah güllerinden
sen şimdi usulca yürü
ardında kuru yaprakların ağırlığı
hayat nasılsa acı
sana sakladığım bir avuç tuz ve hardal
hafif yaşamaların ağırlığı unutulsun varsın
kalan ne geriye tarihin küllerinden
bir nefes şöyle “oh” derinden
yaşadım.
11 Ekim 2007 Şirinyer
Ben Egeyim Sen
Bedri Karayağmurlar
I
karakantoya çıkmamıştı henüz aşkımız
Karantina uzun bir tekneydi rüzgarın önünde
Eleni balkondan baktığında sabah olurdu
denizin oralardan bir yalı çapkınını uçardı
seyrek çırpıntılı kırlangıçlar değerdi dalgalara
II
şimdi ağlamak böyle işlemeli mendillerin
sandık lekelerinde kurur
annemin ince belli bakırdan gaz lambası efkarlanır
titretirdi alevini Asansör’ün oralardan bir klarnet taksiminde
kendini sek rakıyla şişledi kınalı Leyla
olmadı bunların hiç biri dersem gülerdin
bulutlar emerdi hanım ellerine değen yerlerini
sus derdim kendime sus.
III
çocuğum ya aklım giderdi
kadınlar geçerdi kaldırımın kenarından
Karataş hamamının soğuk taşlarında üşütmüş tazeler
yüzleri alı al göründüklerinde basardım kemanların kıvrımına
pembe beyaz zakkumlar açardı birden
ne gençtik be, kırbaçlar şakırdardık sarma cıgaralı havalarda
atlar sallayarak kalçalarını.
süslü bir yaylıydı belki geçen ömrümüz tekeri çoktan kırıldı
IV
bakınca deniz görünürdü, deniz İzmir’di,
silmemişti islerini Daha mübadil vapurların.
bağlar alemdi bilmezdin türküler geçerdi oynak ağır
gül işlemeli yastılar sık dokunmuş hasır
güzelim şaraplıklar dökülürdü derelere.
su perileri içerdi şarabın hasını çağır
dinmezdi sabahlara dek sesleri derelerden denize
en delikanlı olduğumuzdan hesapsız bilirdik hepsini
kuşakta tabakaya tespihe çarpar oluklu bıçak sanki kınında sır
V
Karanfil yeni düşmüştü Urla’nın kayıtlarına.
kanlı bir kama Niğde’den İskele’ye
kaç kelle kimse bilmez kan ağır göz uykusuz
Selanik çarşısına gece indiğinde Panayotis’in meyhanesine
Kozanalı yel değirmenleri susardı rüzgar kururdu
el ayak buz
Manastır işi bir yemeni kanardı dağlarda
Yunanlı tüccarlar Türk tütüncüler irkilir üşürdü
VI
Kara kadının karısına ortaktı Despina
İzmir denizdi, Misailidis sağ / dağlar el gibi akardı.
ağlar masmavi yakamoz / rakılarda rakıydı hani.
meğer Ege olacakmışım İzmir olacakmışım / mübadil bir vapur
G i D i O
G i D i O
tirşe kapılar araladım
karanlığın ortasında
yalnızlaşmış bir kız uzak odalarında
tek memesi elinde çaresiz
emzirecek oğullar kızlar getirsene
yatağım soğudu buruştu içim
türküleri söylüyor
hızla geçtim kapıları
hüzün olmadık zamanda boğabilir insanı
becerisi elinde kalmış eski oyuncunun
peruktu saçı alnı tragedya artığı bir sahnede
ne söylese anlamsız oysa
Diyojen Karacasu’da değil miydi
nükleer gece olduğunda fıçıda
tiyatrolar kapandı be aptal
yalnızlık işte böyle zamanda bırakmaz insanı
tükürdüm denize belki bir arsız balık değer
soyunun son temsilcisi
genetiği değiştirildiğindendir yaşadığı
dedesini bizim bahçede vurdumdu geçen yaz
kallavi bir hamam böceğigillerden adı dilimi tırmalamasa
“öldürmek istemezdim – bıçak elimde”
bakmasaydım ekseni değiştirilmiş aya
yürüsene çayıra bir türkü söyle ya da
zaman sürtünecek az sonra yakalarına
her cezaya razıyım usta anlamadım ne kondu
sen hangi mahkemedendin yargısı yamuk
matematik bilemeyenler içindir tirşe kapılar
koridorlar karanlık mum yakın
nükleer bataryalar vurdu santralı
mum yakın mum yakın mum yakın
olmadık zamanda kopar kıyamet
besleyenlerini sever zebaniler en çok
Bedri Karayağmurlar 2009