Notice: _load_textdomain_just_in_time işlevi yanlış çağrıldı. Translation loading for the wallstreet domain was triggered too early. This is usually an indicator for some code in the plugin or theme running too early. Translations should be loaded at the init action or later. Ayrıntılı bilgi almak için lütfen WordPress hata ayıklama bölümüne bakın. (Bu ileti 6.7.0 sürümünde eklendi.) in D:\Home\bedrikarayagmurlar.com\httpdocs\wp-includes\functions.php on line 6114
2019 – Bedri Karayağmurlar

Yıllık arşiv Nisan 1, 2019

Sanatta Özgünlük Üzerine

Sanatta Özgünlük Üzerine

Sanatta Özgünlük Üzerine
Bedri Karayağmurlar
instagram/bedrikarayagmurlar

Günümüzde teknolojinin sağladıkları ile, değişik sanat alanlarında yapılan çalışmaların, üretilen işlerin, özgün(orijinal) olup olmadığını, benzerlerini, alındığı kaynağı tarayıp gösteren programlar, koleksiyoncularda, sanat alıcılarında değişik düzeyde endişelerin oluşmasına neden oldu. Özgü, bir yapıtı, insanı bir varlığı tanımlamada onda olan, benzerlerinde görülmeyen olarak tanımlanabilir. Özgün, kendine özgü nitelikleri olan ya da orijinal denilen şey. Her tanım biraz eksiktir. Tanımlarla açıklamak bu nedenle yanlış değerlendirmelere neden olabilir. Yaşamda bizim özgün bulduğumuz pek çok şey vardır. Bir insan için kullanabileceğimiz bu sözcüğü, bir eşya için de kullanabiliriz. Oysa sanat ve edebiyatta, özgünlük bir zorunluluk olarak benimsenir. Benzerleri içinde farklı değilse, ona sanat yapıtı olarak kuşkuyla bakarız. Bütün sorun bu farklı, değişik özgün olma durumunun sınırlarının nasıl belirleneceği. Bir sınır varsa eğer.
Walter Benjamin’in, sanat yapıtının biricikliği ve yeniden üretilebilirliği konusunda söyledikleri, John Berger’in görüntü ve görme konusunda yazdıkları vb. Baudrillard’ın, simülakr ve simülasyon kuramları, Derida’nın yapı sökümcü, postyapısacı önermeleri vb. çalışmalar, dünya algısının çoktan değiştiğine değgin önemli çalışmalardı. Sanat yapıtlarının çoğaltılması ile ilgili en önemli kuşku, artık özgün yapıt bulunmayacağı, her şeyin daha önce yapılanların tekrarı olduğu ile ilgili popüler yargıyı beslemesi oldu. Buna karşın yine de özgün yapıtlardan söz dilebilir mi acaba?
Uygarlık, insanlığın ürettiği değerler ve kurallar dizgesidir. Uygarlık içinde kültür, bütün yaşama biçimlerini ve içerdikleri olarak tanımlanabilir. Bu anlamda uygar ya da kültürü olmayan insan ve toplum olmaz. Bu bütün, insanlık değerlerinin değişik düzeylerde olsalar da bir parçası olarak varlıklarını sürdürürler. Bu nedenle, ne yaparsak yapalım, tüm yapılanlar, daha önce yapılanların üstünde, ona eklemlenirler. Bilimde yeni buluşlar, daha önce bulunanlar nedeniyle gerçekleşir, bu onun orijinal, yeni olmadığını göstermez. Hangi alanda üretilmiş ve bulunmuş ne olursa olsun, o alan için yeni, o alanı genişleten onun doğal parçasıdır bize göre.
İş, sanat olduğunda, bütün bunların unutulduğu, neo liberal dünya düzeninde, kazanmanın tek ve en önemli değer olduğu yargısı, insanların ve toplumların, doğanın elinde ne varsa kullanmaya dönük tavrı, sadece sanatı ve toplumları değil, doğayı da hırpalıyor.
Bu yazı sınırlarını aşacağı için tartışmadan değineceğim, sanatçı kimliğinin, özgün , yeni biçimler biçemler yaratma çabası ve bu bağlamda oluşmuş yaşam içeriğinin dışında; ilginç ama geçici, uyanıkça ama özgün olmayan, satılabilir bu nedenle tüketilmeye açık yapılar karşısındaki durumu her zaman tartışmaya açık kalacağını söyleyebiliriz..
Bugünkü koşullar ve değerlendirmeler ışığında, bugüne dek hiç yapılmamış, benzeri olmayan görüntüler yaratma çabası boş bir uğraş olurdu sanıyorum. Sanattaki biçimleri ve biçimler arasında kurulan özgün ilişkilerle oluşan eğretileme ve anlamları, sanatçıya ait buluş, dil, biçem olarak değerlendirme henüz ortadan kalkmadı. Tam tersi bir durum olarak, sanatçı yaratılarına özen göstermek, sanatçı haklarını korumak giderek daha çok önem kazanacak. Nasılsa bunları kimse görmez denilerek yapılanların özgün kaynakları ve biçimlerine, gelişen teknolojik olanaklar nedeniyle daha kolay ulaşacağız.
Günümüzde, kopya , alıntı, çalıntı, kullanılan biçimiyle “intihal” konusu özellikle bizim için geçiştirilecek bir konu değil sanıyorum. Ülkemizin kazanca odaklanmış, coşkulu iş adamları ya da esnafları gibi salt kazanmaya odaklanmış sanatçıları için her yol, her şey mübah olabilir. Görsel sanatlarda , özellikle resimde karşılaştığımız intihal görüntüleri hoş bir rastlantı olarak değerlendirmek mümkün olabilir mi? Sadece daha iyi anlaşılması için, müzikte, sinemada , edebiyatta apaçık yürütülmüş imgeler, imge düzenleri, tıpkıbasım armoniler, kompozisyonlarla karşılaşmak, resimde olduğu gibi, “Özgünlük, önemli değil. Hayatta olur böyle aşırmalar.” Denilerek hoş görülür mü? Hiç sanmıyorum. İsterseniz deneyin, ertesi gün yürüttüğünüz armoninin, kompozisyonun yaratıcıları ile karşılaşır ve ciddi telif ücretleri ödersiniz.
Picasso’nun,Dali’nin ve daha bir çok sanatçının esin kaynağı, yorum için seçtikleri yapıtlardan yola çıkarak ürettikleri çalışmaları, aşırma için gerekçe yaratmak amacıyla algılayanların bu konuyu daha iyi düşünmeleri gerekir. Hiçbir yorum derdi taşımadan ya da bu konuda söyleyeceği söz olmadan, bir yerlerden elde edilmiş görüntülerin, sözde değişik ama hiç bir önerisi olmadan, bilinen tekniklerle (boya, kolaj, dijital vb) yaptıkları iş, çalışma, her neyse, sanat hanesine taşınması için epey özel(!) nedenlerle oluşturulmuş marka adlarla onaylanmasından başka yollar da vardır mutlaka. O adlar ve markaların pazar değeri, moda izleyicisi çevrelerde anlamlı olabilir. Belki! Asıl sorun, pazar, piyasa konusunun kazanç içinde ele alınması nedeniyle, bu konuların, alanın uzmanlarınca tartışmadan kaçınılmasında yatıyor. Bu bağlamda elimizde içtenlik ve özveriyle çalışmaktan başka kalan nedir sizce? Aptal alıcının uyanık satıcılardan yiyeceği kazık kendilerini ilgilendirir ayrıca. Bozuk, hormonlu, etiketli domatesleri, pazarda, hem de en yüksek fiyattan aldığınızda, domateslerin kalitesi yükselmez; ya sizin dokularınız bozulur ya da çöp daha çok sinek yapar.
Kendilerine sanatçı ya da ne ad veriyorlarsa, pazara ve müşteriye odaklı üretim yapanların, sanıyorum kendileri ile ilgili hiçbir sorgulamaları yok. Geldiğimiz yer açısından, insanın kendisine bu denli yabancılaşması, galiba müthiş kafa bulmanın, kendinden geçerek, yaşamanın özel durumu…
Çalışmalarınıza imza atıyor ya da imzalı çalışmaları seçerek, onlarla, post yapısalcı, metinler arası çalışma yapıyorsanız, yaptıklarınızın mucize olmamakla birlikte, imzanız kadar özgün olduğunu da onaylıyorsunuz demektir.
Düşünen, üreten, insana ,dünyaya kafa yoran, yaratan ve dünyayı daha yaşanır kılmakla ilgi çabalar varsa, sanatçılar, şairler, yazarlar, besteciler, yorumcular var demektir ve onların imzaları, yaptıklarının özgünlüğünün kanıtı olmayı sürdürecektir, kuşkunuz olmasın.
Sanatçı hakları, insan haklarıdır bize göre; onların yaptıklarını önemseyen toplumlar daha güçlü toplumlardır. Sanatla kalın.

Ayvalık Temmuz 2018

 

Geleceğin Dünyası

Bedri Karayağmurlar
www.bedrikarayagmurlar.com

Geçen gün, Burhaniye Ören’de, güzel söyleşiler düzenleyen bir kitap kafede “ Leonardo Da Vinci örneğinden yola çıkarak, sanatta yaratıcılığı anlattım. Bu anlatımlar, ders gibi değil kuşkusuz; daha çok söyleşi havasında gerçekleşiyor. Bir süre sonra aynı konuyu İzmir’de de anlatacağım.
Bilirsiniz Leonardo, resimleri kadar, tasarımları da önemli bir sanatçı, ressam, mühendis, araştırmacı ve müzisyendir. Bütün bunların yanında, durmadan yazan, yazarak düşünen bir yazar, bir düşün adamıdır. Bu konuyu hazırlarken kendime çok sordum; Leonardo durmadan yazmasaydı. Leonardo’nun defterleri olmasaydı, bize Leonardo’dan kalanlar nasıl değerlendirilirdi ya da neleri kalırdı?

Giderek küçülen dünyada, toplumlar, insanlar ve kurumlar bir başka yapıya doğru hızla evriliyor. İnsanların dünya üzerinde dolaşımı öylesine arttı ki, nerdeyse yer değiştirmeyen, yolculuk yapmayan insan kalmadı. Dolaşımdaki asıl büyük hız, iletişim kaynakları ve kanallarına yansıyan her türlü bilgi ve belgede.
Kimin nerede, ne zaman ne söylediği, ne yaptığı ayrıntısıyla yansıyor iletişim kanallarına. Hiç bir şey sır değil. Sır, camı ayna yapan, görüntüleri yansıtan, gizleri açığa çıkaran, herkese göstermek için yapılan öz çekim oldu günümüzde. Kötü yürekli kraliçenin, “Ayna ayna, söyle bana benden güzeli var mı?” demesine gerek kalmadı. Masalda, zor soruyu bir çırpıda bilen ve çekinmeden gerçeği söyleyen eski ayna, yalnızca mekanların daha geniş görünmesi için kullanılan dekorasyon nesnesine dönüştü. Masalların konuşan aynaları artık elimizin altında.
Yeni dünya düzeninin nasıl oluşacağı konusunda ileri sürülen varsayımlarda, duyarsızlaşan insanın giderek, yalnızca kendi biçimine odaklanacağı, olup bitenleri bir film gibi izleyip sırtını döneceği neredeyse apaçık ortada.
Baudrillard’ın söylediklerini önemsememiz gerekiyor. Kim ne derse desin felsefe daha etkili olacak. Felsefenin etkisi, uluslar arası finans güçlerini düşünmeye zorlar mı bilinmese de, bilinen tek doğru, yeni yöneticiler hiç bir zaman gözümüzün önünde duranlar olmayacak. Değişimlerin asıl nedeninin, yalın bir saptamayla, üretim ve tüketim ilişkilerindeki değişmede olacağı besbelli. Tarım yöntemleri, üretilenlerin kime nasıl tükettirileceği bile, ayrıntılı biçimde planlanacak. Neredeyse olasılık sapmalarına bile izin verilmeyecek. Yaşadıklarımız bunların açık kanıtı.
Geleceğin dünya devletinde, insanın dünya vatandaşı olarak nasıl yaşayacağı; bu dünyaya bizden nelerin kalacağı, varlığımızı nasıl koruyacağımız konuları, bugün en çok düşünmemiz gereken konular bizce. Bugün, kazanımlarını önemseyerek, hiç bir değere önem vermeden, yalnızca kendi inanacının, kendi kazancının önemli olduğunu düşünenler, ne yazık yanıldıklarını hiç algılayamayacak.

İnsan, düşünen, imgeleyen, biçim veren, deneyen, yaratan canlıdır. Bunlar yoksa, yaşıyorsa sadece canlıdır. Bir bakteri nerede ne zaman çoğalacağını nasıl bilsin. Bu nedenle birileri onunla isterse yoğurt yapar, isterse ekmek ya da silah. Ne değişir, bakteri de canlıdır sonuçta.

Geleceğimiz, düş kuran, düşünen, deneyen, yaratan insanların elinde. Özgürlükler bu nedenle önemlidir. Koşullanmış insanlardan oluşmuş toplumların, geleceğin yaratılmasında yeri olamayacağı apaçık ortada.
Descartes’n ünlü önermesi “Düşünüyorum öyleyse varım.” sözü değişik felsefelerce değişik biçimde yorumlansa da, dil ve söylem açısından baktığımızda, düşünmenin var olmanın koşulu olduğunu anlatıyor bize göre. Önerme bu anlamıyla ele alındığında, varlığını önemsemeyen, düşünme gereği duymayanların varlıklarının, boşlukta yer kaplamak gibi olduğunu ileri sürüyor olmalı Descartes. Her varlık doldurduğu boşlukla işe yarar. Sorun, boşluk doldurma amacını toplumsal amaca dönüştüren anlayışlarda.
Eğitim, beyinsel gizilgücü güçlü çocukları, gençleri atıl duruma getirip, düşünemez olmalarını amaçlayamaz. Bu amaçla gerçekleşen eylem, bir eğitim etkinliğiymiş gibi gözükse de, yapılan sadece talim ya da kullanılacak davranışların kişiye giydirilmesinden öteye gitmez. Günümüzün dünyasında bu canlı robot üretmektir. Yeri gelmişken ilk robotu tasarlayan da Leonardo da Vinci. İyi eğitim, kişinin algı çevresini genişleterek kendisini ve çevresini özgürce ifade etmesini amaçlar. İyi eğitim, bütün insanlarda olan yaratıcı gücü güçlendirir. Leonardo, Rönesans koşullarında doğmasaydı, şimdi izlediğimiz hiç bir şeyi tasarlayamazdı. Kilisenin baskılarının zayıfladığı, yöneticilerin ve halkın kendilerini özgür hisettikleri günlerin yetiştirdiği bir
dehadır o. Algı sırlarının daraldığı, insanın kendisini ve çevresini anlatma özgürlüğünün zayıfladığı, eğitimin talime dönüştüğü, yaratıcı davranışların küçümsendiği ülkelerin gelecekte var olmakla ilgili büyük sorunları olacak. Belki de hiç olmayacak.

Geleceğin dünyası, bilgiyi ve bilgi teknolojilerinin gelişmesine katılabilen, kullanabilen insanların olacak.
Geleceğin dünyasında sanat, her türlü yeni olanakların kullanıldığı, yeni deneylerin yapıldığı, şaşırtıcı ancak anlatımı güçlü işlerden oluşacak. Geleneksel biçimlendirme ve insan becerilerine dayalı sanatın üzerinde gelişecek bunlar. İhtimal öykü, roman, şiir olacak ama kağıtlara basım özel ve kendine has olacak. Resim bir tasarım etkinliği olacak ama telifle herkesin istediği boyutta basma olanaklarını kullanabilmesine uygun işler olacak. Ama müzeler duracak. Boya olacak, kağıt da. Üç boyutlu yazıcıdan alınabilen heykel ve üç boyutlu tasarımlar da olacak. Belki yeni boyutlarıyla dört boyutlu altı boyutlu olacaklar. Diğer değişimleri de siz imgeleyin. Böyle bir dünya geliyor. Bu dünyada biz nerede olacağız sorusu şimdiden çok önemli.

Sanatla kalın.

İzmir Mart 2019

 

Geleceğin Dünyası

Bedri Karayağmurlar
www.bedrikarayagmurlar.com

Geçen gün, Burhaniye Ören’de, güzel söyleşiler düzenleyen bir kitap kafede “ Leonardo Da Vinci örneğinden yola çıkarak, sanatta yaratıcılığı anlattım. Bu anlatımlar, ders gibi değil kuşkusuz; daha çok söyleşi havasında gerçekleşiyor. Bir süre sonra aynı konuyu İzmir’de de anlatacağım.
Bilirsiniz Leonardo, resimleri kadar, tasarımları da önemli bir sanatçı, ressam, mühendis, araştırmacı ve müzisyendir. Bütün bunların yanında, durmadan yazan, yazarak düşünen bir yazar, bir düşün adamıdır. Bu konuyu hazırlarken kendime çok sordum; Leonardo durmadan yazmasaydı. Leonardo’nun defterleri olmasaydı, bize Leonardo’dan kalanlar nasıl değerlendirilirdi ya da neleri kalırdı?

Giderek küçülen dünyada, toplumlar, insanlar ve kurumlar bir başka yapıya doğru hızla evriliyor. İnsanların dünya üzerinde dolaşımı öylesine arttı ki, nerdeyse yer değiştirmeyen, yolculuk yapmayan insan kalmadı. Dolaşımdaki asıl büyük hız, iletişim kaynakları ve kanallarına yansıyan her türlü bilgi ve belgede.
Kimin nerede, ne zaman ne söylediği, ne yaptığı ayrıntısıyla yansıyor iletişim kanallarına. Hiç bir şey sır değil. Sır, camı ayna yapan, görüntüleri yansıtan, gizleri açığa çıkaran, herkese göstermek için yapılan öz çekim oldu günümüzde. Kötü yürekli kraliçenin, “Ayna ayna, söyle bana benden güzeli var mı?” demesine gerek kalmadı. Masalda, zor soruyu bir çırpıda bilen ve çekinmeden gerçeği söyleyen eski ayna, yalnızca mekanların daha geniş görünmesi için kullanılan dekorasyon nesnesine dönüştü. Masalların konuşan aynaları artık elimizin altında.
Yeni dünya düzeninin nasıl oluşacağı konusunda ileri sürülen varsayımlarda, duyarsızlaşan insanın giderek, yalnızca kendi biçimine odaklanacağı, olup bitenleri bir film gibi izleyip sırtını döneceği neredeyse apaçık ortada.
Baudrillard’ın söylediklerini önemsememiz gerekiyor. Kim ne derse desin felsefe daha etkili olacak. Felsefenin etkisi, uluslar arası finans güçlerini düşünmeye zorlar mı bilinmese de, bilinen tek doğru, yeni yöneticiler hiç bir zaman gözümüzün önünde duranlar olmayacak. Değişimlerin asıl nedeninin, yalın bir saptamayla, üretim ve tüketim ilişkilerindeki değişmede olacağı besbelli. Tarım yöntemleri, üretilenlerin kime nasıl tükettirileceği bile, ayrıntılı biçimde planlanacak. Neredeyse olasılık sapmalarına bile izin verilmeyecek. Yaşadıklarımız bunların açık kanıtı.
Geleceğin dünya devletinde, insanın dünya vatandaşı olarak nasıl yaşayacağı; bu dünyaya bizden nelerin kalacağı, varlığımızı nasıl koruyacağımız konuları, bugün en çok düşünmemiz gereken konular bizce. Bugün, kazanımlarını önemseyerek, hiç bir değere önem vermeden, yalnızca kendi inanacının, kendi kazancının önemli olduğunu düşünenler, ne yazık yanıldıklarını hiç algılayamayacak.

İnsan, düşünen, imgeleyen, biçim veren, deneyen, yaratan canlıdır. Bunlar yoksa, yaşıyorsa sadece canlıdır. Bir bakteri nerede ne zaman çoğalacağını nasıl bilsin. Bu nedenle birileri onunla isterse yoğurt yapar, isterse ekmek ya da silah. Ne değişir, bakteri de canlıdır sonuçta.

Geleceğimiz, düş kuran, düşünen, deneyen, yaratan insanların elinde. Özgürlükler bu nedenle önemlidir. Koşullanmış insanlardan oluşmuş toplumların, geleceğin yaratılmasında yeri olamayacağı apaçık ortada.
Descartes’n ünlü önermesi “Düşünüyorum öyleyse varım.” sözü değişik felsefelerce değişik biçimde yorumlansa da, dil ve söylem açısından baktığımızda, düşünmenin var olmanın koşulu olduğunu anlatıyor bize göre. Önerme bu anlamıyla ele alındığında, varlığını önemsemeyen, düşünme gereği duymayanların varlıklarının, boşlukta yer kaplamak gibi olduğunu ileri sürüyor olmalı Descartes. Her varlık doldurduğu boşlukla işe yarar. Sorun, boşluk doldurma amacını toplumsal amaca dönüştüren anlayışlarda.
Eğitim, beyinsel gizilgücü güçlü çocukları, gençleri atıl duruma getirip, düşünemez olmalarını amaçlayamaz. Bu amaçla gerçekleşen eylem, bir eğitim etkinliğiymiş gibi gözükse de, yapılan sadece talim ya da kullanılacak davranışların kişiye giydirilmesinden öteye gitmez. Günümüzün dünyasında bu canlı robot üretmektir. Yeri gelmişken ilk robotu tasarlayan da Leonardo da Vinci. İyi eğitim, kişinin algı çevresini genişleterek kendisini ve çevresini özgürce ifade etmesini amaçlar. İyi eğitim, bütün insanlarda olan yaratıcı gücü güçlendirir. Leonardo, Rönesans koşullarında doğmasaydı, şimdi izlediğimiz hiç bir şeyi tasarlayamazdı. Kilisenin baskılarının zayıfladığı, yöneticilerin ve halkın kendilerini özgür hisettikleri günlerin yetiştirdiği bir
dehadır o. Algı sırlarının daraldığı, insanın kendisini ve çevresini anlatma özgürlüğünün zayıfladığı, eğitimin talime dönüştüğü, yaratıcı davranışların küçümsendiği ülkelerin gelecekte var olmakla ilgili büyük sorunları olacak. Belki de hiç olmayacak.

Geleceğin dünyası, bilgiyi ve bilgi teknolojilerinin gelişmesine katılabilen, kullanabilen insanların olacak.
Geleceğin dünyasında sanat, her türlü yeni olanakların kullanıldığı, yeni deneylerin yapıldığı, şaşırtıcı ancak anlatımı güçlü işlerden oluşacak. Geleneksel biçimlendirme ve insan becerilerine dayalı sanatın üzerinde gelişecek bunlar. İhtimal öykü, roman, şiir olacak ama kağıtlara basım özel ve kendine has olacak. Resim bir tasarım etkinliği olacak ama telifle herkesin istediği boyutta basma olanaklarını kullanabilmesine uygun işler olacak. Ama müzeler duracak. Boya olacak, kağıt da. Üç boyutlu yazıcıdan alınabilen heykel ve üç boyutlu tasarımlar da olacak. Belki yeni boyutlarıyla dört boyutlu altı boyutlu olacaklar. Diğer değişimleri de siz imgeleyin. Böyle bir dünya geliyor. Bu dünyada biz nerede olacağız sorusu şimdiden çok önemli.

Sanatla kalın.

İzmir Mart 2019

 Bugünün Değeri

                                                                                  Bedri  Karayağmurlar

                                                                                                              www.bedrikarayagmurlar.com

Unutmak iyidir. İnsan  unutmaya  eğilimlidir. Kötü anıları unutur ya da anımsayamayacağı kadar derinlere saklar. Unutma bir insan özelliğidir ama unutkanlık hastalıktır. Yaşam istesek de istemesek de, iyi ve kötü anılarla akar gider. Her yaşadığının iyi olmasıyla koşullanmış insanlar, küçücük sıkıntılarda çözümsüz yaralar alırlar. Yaşam dirençleri bozulur. Oysa yaşadığı güzel  anları, yaşantısını besleyen değerler olarak algılamayı başaranlar, bunlardan çiçekli, dirençli güzel bir ömür yaratabilir. Kötü anıların kaynaklarından uzaklaşmak ya da unutmak, yeni yaşantılara yelken açma gücümüzü,  unutma isteğimize  borçluyuz.

Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” sözünü bilirsiniz. Unutmaktan kurtulmak için, yazıyı, rakamları bulduk; yetmedi, bilgisayarların bağlı olduğu, bilmem neredeki bellekleri kullanıyoruz artık.  Anıları saklamak ya da silmek elimizde. Bu denli çok olanak içinde, unutmuyor, durmadan  geçmişle yaşayıp  sızlanıyorsanız, yaşamınızı yeniden düzenleyin, kayıtlı belleğinizi silin gitsin ya da yüzleşin.

 Ülkemizde ortalama anımsama süresinin yirmi gün olduğu söyleniyor. Böyle bir toplumda her gününü,  her anını  saklayan,  unutmayanlar da  var mı acaba?  İnsan seçicidir.  Bu, bütün insanların ortak özelliği.  Baktığımız yerde bile sadece seçtiklerimizi algılarız. Bu nedenle bir çok uyaran, görsel algımızda yer almaz. Duyduklarımız, dokunduklarımız da böyledir. 

Anıları lanetleyebilirsiniz. “Damnattio Memorai”  Geçende  karşılaştığım bu kavram  ve karşıtı,” anıları kutsamak” , insanın engellenemez açmazlarından. Oysa yaşam, ıskalanamayacak denli değerli. Herkes nedense (insan olduğundan olmalı) kendi belleği ve düşleri içinde yaşansın ister yaşamı. Diğerlerinin, anıları ve düşleri gereksiz bir ayrıntı gibi tedirginlik yaratır. Bu nedenle, sıkıntılı geçen zamanlarla ilgili, yaşayan olarak sorumluluktan uzaklaşmak için, diğerlerini suçlar insanlar ya da daha ileri giderek düşlerinin engellendiğini düşünürler. Oysa iki uçta da kendisi vardır.

Anılarıyla yaşayan, salt gelecek düşlerini değil, bugününü de yok etmiştir. Dünün yeniden yaşanması olası olmadığı gibi, durmadan anlatılan, düne değgin olanlar da, asıl gerçeğinden, yaşanandan oldukça değişik bir kurguyla yeniden yazılmış bir bellek  oyunudur gerçekte. Gelecekle baş etme gücü kalmayanın abartılı anıları gibi yazıklanmaları da hiçbir işe yaramaz. Gerçek yitirilmiştir  çünkü.

Yaşanan günün anın değerini bilmek, hem geçmiş yaşananları hem de gelecek düşlerini daha değerli kılar. Bugün dün ile biçimlenmiştir. Yarın bugünün tasarıları ile gerçekleşecektir olasılıkla. Beklenmeyen, bilinmeyen etkenler, sapmalara neden olsa da, düş gücünüz yerinde, tasarım beceriniz yüksekse, önünüze çıkan olumsuzluklardan kurtulabilirsiniz. Her kapanan yol, bir başka yolun başlangıcıdır çünkü. O yol, anımsadıklarınız ve tasarladıklarınızın hazırladığı, bulunduğunuz yerdir.

Anımsama, unutamadıklarımız değil,  yaşananların içinden  ayıkladığımız, belleğimize yazdığımız ya da unutmak istemediklerimizdir. İnsan istediğini unutur mu bilmem  ama yaşanan deneyimler her neyse, anımsadığınızda sizi mutlu etmiyor ya da canınızı yakıyorsa, o unutulmayanlarla başınız dertte demektir.  Oysa  ara sıra anımsananlar,  unutulanlardan süzülmüş değerlerdir. Unutulmuş geçmiş  yok  hükmünde bir yaşanmışlıktır;  anılardan kalan  tortu, yaşam gücümüzün çekirdeğini besler aynı zamanda.

“Yeniden Yazıyorum Seni” şiirimde, benzer bir durumu  anlatmışım: “nasıldın/görsem tanır mıyım/dalgalı saçların vardı/yüzün bir bebek/küçücük dudakların/ve ince çenen boynun/bir düş imgesiydin şimdi anımsamadığım”  (Gün  Dökülmesi, Afrodisyas Yayınları, 2015 ,İzmir)

Üreterek ve dönüştürerek yaşamak denli güzeli yoktur. Bu anlamda yaşama katkısı olmayan birinin anıları, kendisi için ne denli ilginç olursa olsun, anlamlı değildir. Anlatıma dönüşüp, bir nesnede biçimlenmemiş ve başkalarına ulaşmamış anılar,  çoktan unutulmuştur gerçekte. Bu ölümün bir başka biçimidir. Sanat ve edebiyata gerekli özeni göstermeyen toplumlar bu nedenle hızla yaşlanır. Bir kültür, ne denli çoğalır ve paylaşılırsa  o denli güçlüdür. Bir kültüre ait olanların,  gücü,  fizik güç olarak anlamalarındaki yanılgı bundandır. Sanatta ve bilimde  üretimin niteliği,  geleceği oluşturmadaki işlevleri,  bireysel bellekleri diri tuttuğu  gibi toplumsal bellekleri de güçlendirir. Geleceğini, bilim ve sanat dışında arayan  oluşumların, uzun erimde, gelecekte yeri yoktur.

 “Dün bugünün anısıdır ve yarın bugünün düşüdür.” Demiş Halil Cibran.  Yaşamı suçlamaktan ve yazıklanmadan vazgeçip, bugünü yaşamanın olanaklarına yönelmeliyiz. Unutmak ve anımsamak, düş kurmak ve tasarlamak denli önemlidir.  Sanatla kalın.

                                                                                              Ocak 2019  Ayvalık-İzmir

Resimlerim / My Works

B

İnsan soyutlayarak yaratır. İnsanın bütün kültürel gelişimi onun soyutlama yetisine dayanmaktadır. Sözcüklerden sayılara, kullandığımız bütün araç gereçlere dek yaratıların hepsi birer soyutlamadır gerçekte.

Sanat yapıtları da bu soyut düşünme biçiminin ürünleridir. Değişik resim türleri, taşıdıkları imgelerin doğayla ilişkisi nedeniyle adlandırılırlar. Tanınır görsel imgelerin bulunduğu bütün çalışmalar da, genel kurguları ve yapılanışları ile diğer insan yaratmaları gibi soyuttur.

Bunların dışında çevremizde olan, insan yaratısı bütün nesneler de aynı soyutluktadır gerçekte. Ancak biçim ve işlev olarak soyut olan bu nesneler, doğada sanki onun doğal parçalarıymış gibi algılanırlar. İçinde yaşadığımız yapılar, masalar, sandalyeler, arabalar hepsi bir yaratının ürünü soyut biçimlerdir.

Çevreyi ve sanatı bu yaklaşımla ele aldığımızda soyutluk ilişkisini kendi yaşadığımız çevrede ayırt ederek anlamaya çalışmak önemli gözükmektedir.

Bu yaklaşım içinde, çalışmalarımda geleneksel sanattan gelen biçimsel ve estetik değerleri önemseyerek kullanıyorum. Çünkü  bunlar resim dilini  oluşturan değerler  bana göre. Biçimlendirme aşamasında,  görsel dengeyi,  kompozisyon kurgusunun çözülmesi gereken sorunu olarak ele alıyorum… Denge kavramının benim için önem kazanmasının altında yatan etkeni,  yaşamın dengesizliklerinden kurtulma isteğiyle açıklayabilirim.

Her öğenin bulunduğu yerde yarattığı görsel gerilimin, yüzey içinde çözülmesi gereken bir enerji sorunu yarattığını düşünüyorum. Bu anlamda benim için sanat, salt anlatım değil, sorun yaratma ve bu sorunları kendine  özgü  yapısı içinde çözümleme girişimidir.

Resimlerimde aşamalı bir soyutlamayla geldiğim yeri, mekan nesne ilişkilerindeki soyutluğu yeniden yorumlanmak olarak değerlendirebilirim.

My Works

Human being creates by abstracting. Whole cultural development of human being is based on his abstracting skill. From words to numbers, until all the materials we use, each of the creation is an abstract in reality.

Works of art are also the products of this abstract thinking. Different painting types are named after because of the relation with the images they carry. Their general fictions and constructions are abstract just like other human creations.

Apart from these, all human creation objects around us are in the same manner of abstractness. But, these objects which are abstract as form and function are perceived as they are part of it. Constructions that we live in, tables, chairs, cars all are the forms of a product of creation.

When we discuss environment and art with this approach, it seems to be important to understand abstractness relation by distinguishing in the environment we live in.

In this approach, I use in my works by attaching importance to it, the figural and aesthetic value that comes from conventional art. Because, for me these are the values that form the painting language. In forming phase, I handle visual balance as a problem of the composition fiction that should be solved. I can explain the underlying reason of balance concept gaining importance for me by the desire to avoid instability of life. I think that visual tension that each element creates in its tracks creates an energy problem that should be solved on the surface. In this sense, art for me is not purely expression but it is the attempt to make problems and solving these problems in its own pattern.

I can consider the point I arrived by a gradual abstraction in my paintings, as to reinterpret the abstractness in relation between space and object.

Günün Değeri

 Bugünün Değeri

                                                                                  Bedri  Karayağmurlar

Unutmak iyidir. İnsan  unutmaya  eğilimlidir. Kötü anıları unutur ya da anımsayamayacağı kadar derinlere saklar. Unutma bir insan özelliğidir ama unutkanlık hastalıktır. Yaşam istesek de istemesek de, iyi ve kötü anılarla akar gider. Her yaşadığının iyi olmasıyla koşullanmış insanlar, küçücük sıkıntılarda çözümsüz yaralar alırlar. Yaşam dirençleri bozulur. Oysa yaşadığı güzel  anları, yaşantısını besleyen değerler olarak algılamayı başaranlar, bunlardan çiçekli, dirençli güzel bir ömür yaratabilir. Kötü anıların kaynaklarından uzaklaşmak ya da unutmak, yeni yaşantılara yelken açma gücümüzü,  unutma isteğimize  borçluyuz.

Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” sözünü bilirsiniz. Unutmaktan kurtulmak için, yazıyı, rakamları bulduk; yetmedi, bilgisayarların bağlı olduğu, bilmem neredeki bellekleri kullanıyoruz artık.  Anıları saklamak ya da silmek elimizde. Bu denli çok olanak içinde, unutmuyor, durmadan  geçmişle yaşayıp  sızlanıyorsanız, yaşamınızı yeniden düzenleyin, kayıtlı belleğinizi silin gitsin ya da yüzleşin.

 Ülkemizde ortalama anımsama süresinin yirmi gün olduğu söyleniyor. Böyle bir toplumda her gününü,  her anını  saklayan,  unutmayanlar da  var mı acaba?  İnsan seçicidir.  Bu, bütün insanların ortak özelliği.  Baktığımız yerde bile sadece seçtiklerimizi algılarız. Bu nedenle bir çok uyaran, görsel algımızda yer almaz. Duyduklarımız, dokunduklarımız da böyledir. 

Anıları lanetleyebilirsiniz. “Damnattio Memorai”  Geçende  karşılaştığım bu kavram  ve karşıtı,” anıları kutsamak” , insanın engellenemez açmazlarından. Oysa yaşam, ıskalanamayacak denli değerli. Herkes nedense (insan olduğundan olmalı) kendi belleği ve düşleri içinde yaşansın ister yaşamı. Diğerlerinin, anıları ve düşleri gereksiz bir ayrıntı gibi tedirginlik yaratır. Bu nedenle, sıkıntılı geçen zamanlarla ilgili, yaşayan olarak sorumluluktan uzaklaşmak için, diğerlerini suçlar insanlar ya da daha ileri giderek düşlerinin engellendiğini düşünürler. Oysa iki uçta da kendisi vardır.

Anılarıyla yaşayan, salt gelecek düşlerini değil, bugününü de yok etmiştir. Dünün yeniden yaşanması olası olmadığı gibi, durmadan anlatılan, düne değgin olanlar da, asıl gerçeğinden, yaşanandan oldukça değişik bir kurguyla yeniden yazılmış bir bellek  oyunudur gerçekte. Gelecekle baş etme gücü kalmayanın abartılı anıları gibi yazıklanmaları da hiçbir işe yaramaz. Gerçek yitirilmiştir  çünkü.

Yaşanan günün anın değerini bilmek, hem geçmiş yaşananları hem de gelecek düşlerini daha değerli kılar. Bugün dün ile biçimlenmiştir. Yarın bugünün tasarıları ile gerçekleşecektir olasılıkla. Beklenmeyen, bilinmeyen etkenler, sapmalara neden olsa da, düş gücünüz yerinde, tasarım beceriniz yüksekse, önünüze çıkan olumsuzluklardan kurtulabilirsiniz. Her kapanan yol, bir başka yolun başlangıcıdır çünkü. O yol, anımsadıklarınız ve tasarladıklarınızın hazırladığı, bulunduğunuz yerdir.

Anımsama, unutamadıklarımız değil,  yaşananların içinden  ayıkladığımız, belleğimize yazdığımız ya da unutmak istemediklerimizdir. İnsan istediğini unutur mu bilmem  ama yaşanan deneyimler her neyse, anımsadığınızda sizi mutlu etmiyor ya da canınızı yakıyorsa, o unutulmayanlarla başınız dertte demektir.  Oysa  ara sıra anımsananlar,  unutulanlardan süzülmüş değerlerdir. Unutulmuş geçmiş  yok  hükmünde bir yaşanmışlıktır;  anılardan kalan  tortu, yaşam gücümüzün çekirdeğini besler aynı zamanda.

“Yeniden Yazıyorum Seni” şiirimde, benzer bir durumu  anlatmışım: “nasıldın/görsem tanır mıyım/dalgalı saçların vardı/yüzün bir bebek/küçücük dudakların/ve ince çenen boynun/bir düş imgesiydin şimdi anımsamadığım”  (Gün  Dökülmesi, Afrodisyas Yayınları, 2015 ,İzmir)

Üreterek ve dönüştürerek yaşamak denli güzeli yoktur. Bu anlamda yaşama katkısı olmayan birinin anıları, kendisi için ne denli ilginç olursa olsun, anlamlı değildir. Anlatıma dönüşüp, bir nesnede biçimlenmemiş ve başkalarına ulaşmamış anılar,  çoktan unutulmuştur gerçekte. Bu ölümün bir başka biçimidir. Sanat ve edebiyata gerekli özeni göstermeyen toplumlar bu nedenle hızla yaşlanır. Bir kültür, ne denli çoğalır ve paylaşılırsa  o denli güçlüdür. Bir kültüre ait olanların,  gücü,  fizik güç olarak anlamalarındaki yanılgı bundandır. Sanatta ve bilimde  üretimin niteliği,  geleceği oluşturmadaki işlevleri,  bireysel bellekleri diri tuttuğu  gibi toplumsal bellekleri de güçlendirir. Geleceğini, bilim ve sanat dışında arayan  oluşumların, uzun erimde, gelecekte yeri yoktur.

 “Dün bugünün anısıdır ve yarın bugünün düşüdür.” Demiş Halil Cibran.  Yaşamı suçlamaktan ve yazıklanmadan vazgeçip, bugünü yaşamanın olanaklarına yönelmeliyiz. Unutmak ve anımsamak, düş kurmak ve tasarlamak denli önemlidir.  Sanatla kalın.

                                                                                              Ocak 2019  Ayvalık-İzmir

Acının Tadı Yaşamak

Acının Tadı  Yaşamak 

Bedri  Karayağmurlar

çünkü acıması yoktur kendine  hayatın

düzgün ve  düz  cümleler  kurmaktan  yorulmuş birinin

zamanıdır  küçük  kaçmalar  ülkesinde  bir  soluk mavi

biz  neyiz  ki

uzun buz sarkıtları  kırılır

sevmenin sabahları  ayazsa

yırtılır  gün en hassas  yerinden

ve    bir  kadın kırmızı  giyer sabah güllerinden

sen şimdi  usulca yürü

ardında  kuru  yaprakların ağırlığı

hayat  nasılsa acı

sana  sakladığım bir  avuç  tuz ve hardal

hafif yaşamaların ağırlığı unutulsun   varsın

kalan  ne   geriye  tarihin  küllerinden

bir  nefes  şöyle  “oh”   derinden

yaşadım.

11 Ekim 2007  Şirinyer

Ben Egeyim Sen


                                                                       Bedri Karayağmurlar

I

karakantoya çıkmamıştı henüz aşkımız
Karantina uzun bir tekneydi rüzgarın önünde
Eleni balkondan baktığında sabah olurdu
denizin oralardan bir yalı çapkınını uçardı
seyrek çırpıntılı kırlangıçlar değerdi dalgalara

II

şimdi ağlamak böyle işlemeli mendillerin
sandık lekelerinde kurur

annemin ince belli bakırdan gaz lambası efkarlanır
titretirdi alevini Asansör’ün oralardan bir klarnet taksiminde

kendini sek rakıyla şişledi kınalı Leyla
olmadı bunların hiç biri dersem gülerdin

bulutlar emerdi hanım ellerine değen yerlerini
sus derdim kendime sus.

III

çocuğum ya aklım giderdi
kadınlar geçerdi kaldırımın kenarından
Karataş hamamının soğuk taşlarında üşütmüş tazeler
yüzleri alı al göründüklerinde basardım kemanların kıvrımına
pembe beyaz zakkumlar açardı birden
ne gençtik be, kırbaçlar şakırdardık sarma cıgaralı havalarda
atlar sallayarak kalçalarını.
süslü bir yaylıydı belki geçen ömrümüz tekeri çoktan kırıldı








IV

bakınca deniz görünürdü, deniz İzmir’di,
silmemişti islerini Daha mübadil vapurların.

bağlar alemdi bilmezdin türküler geçerdi oynak ağır
gül işlemeli yastılar sık dokunmuş hasır

güzelim şaraplıklar dökülürdü derelere.
su perileri içerdi şarabın hasını çağır
dinmezdi sabahlara dek sesleri derelerden denize
en delikanlı olduğumuzdan hesapsız bilirdik hepsini
kuşakta tabakaya tespihe çarpar oluklu bıçak sanki kınında sır



V

Karanfil yeni düşmüştü Urla’nın kayıtlarına.
kanlı bir kama Niğde’den İskele’ye
kaç kelle kimse bilmez kan ağır göz uykusuz
Selanik çarşısına gece indiğinde Panayotis’in meyhanesine
Kozanalı yel değirmenleri susardı rüzgar kururdu
el ayak buz
Manastır işi bir yemeni kanardı dağlarda
Yunanlı tüccarlar Türk tütüncüler irkilir üşürdü

VI

Kara kadının karısına ortaktı Despina
İzmir denizdi, Misailidis sağ / dağlar el gibi akardı.
ağlar masmavi yakamoz / rakılarda rakıydı hani.

meğer Ege olacakmışım İzmir olacakmışım / mübadil bir vapur

G i D i O

G i D i O

tirşe kapılar araladım
karanlığın ortasında
yalnızlaşmış bir kız uzak odalarında
tek memesi elinde çaresiz
emzirecek oğullar kızlar getirsene
yatağım soğudu buruştu içim
türküleri söylüyor

hızla geçtim kapıları
hüzün olmadık zamanda boğabilir insanı

becerisi elinde kalmış eski oyuncunun
peruktu saçı alnı tragedya artığı bir sahnede
ne söylese anlamsız oysa
Diyojen Karacasu’da değil miydi
nükleer gece olduğunda fıçıda

tiyatrolar kapandı be aptal
yalnızlık işte böyle zamanda bırakmaz insanı

tükürdüm denize belki bir arsız balık değer
soyunun son temsilcisi
genetiği değiştirildiğindendir yaşadığı
dedesini bizim bahçede vurdumdu geçen yaz
kallavi bir hamam böceğigillerden adı dilimi tırmalamasa
“öldürmek istemezdim – bıçak elimde”
bakmasaydım ekseni değiştirilmiş aya

yürüsene çayıra bir türkü söyle ya da
zaman sürtünecek az sonra yakalarına

her cezaya razıyım usta anlamadım ne kondu
sen hangi mahkemedendin yargısı yamuk
matematik bilemeyenler içindir tirşe kapılar
koridorlar karanlık mum yakın
nükleer bataryalar vurdu santralı
mum yakın mum yakın mum yakın

olmadık zamanda kopar kıyamet
besleyenlerini sever zebaniler en çok

Bedri Karayağmurlar 2009